NİLÜFER’İME

Nilüfer’im… Benim hayat ışığım, yaşana sevincim…

Beni benden alan o muhteşem sesin, benim hep nefesim, suyum, ekmeğim oldu. Çiçekler susuz kalınca solar ya; senin sesini duymadığım gün benim de ruhum soluyor. Sen hep benimlesin; sevinçlerimde, hüzünlerimde, acılarımda, tek başıma yaşadığım aşklarımda, en derin yalnızlıklarımda hep yanımdasın.

Senin sesinin, nefesinin değdiği hiçbir şarkıyı, başkasından dinlemeye tahammül edemiyorum; çünkü o şarkılar seninle güzel, seninle anlamlı ve seninle insanın ta içine dokunur oluyor.

Bir sanatçı olarak, senin sesine, şarkılarına, sahnedeki asaletine ve performansına hayran olmamak imkânsızdır. Ayrıca seni yakından tanıyıp da, o güzel yüreğini gördükten sonra; senin kişiliğine, hayattaki dik duruşuna, kararlılığına, azmine âşık olmamak imkânsızdır.

Çocukluğu yalnız geçmiş; 40 yıldır yalnız başına, kimseye dayanmadan, sadece kendi gücüyle zirvede kalabilmiş: yalnız bırakılmış bir çocuğa, yine yalnız başına, kocaman yüreğini vermiş ve ona muhteşem bir hayat sunmuş; kendisine gelen o “kötü misafir”i de, yine yalnız başına, hiç boyun eğmeden kovmayı başarmış bir kadına aşık olmamak mümkün müdür? İşte sen böyle kadınsın.

Hayat, iki seçenek sunuyor bize; ya kendi payımıza düşen kederi parlatacağız, ya da ömrümüzle iyi geçinmeye bakacağız. Sen, Tanrı’nın sana verdiği her şeyin değerini bildin, ömrüyle iyi geçinmeyi seçtin. Ve kendinden ötesini hep gördün. Yaptığın her işi, aşkla, tutkuyla yaptın, Hayatın boyunca yüreğinin sesini hep açık tuttun ve daima dinledin, İçindeki küçük kızı hiç büyütmedin, kediyi, köpeği, kuşu, çocukları çok sevdin,

Bütün bunların ötesinde, biricik kızı Ayşe Nazlı’nı, kendine yarattığı dünyanın merkezine oturtmuş, O’nunla kimi zaman küçük bir kız olup, kimi zaman da; küçük Nilüfer’in içinde ukde yapamadığı, içinde yarım kaldığını düşündüğü şeyleri kızının yapmasını sağlayan çok güçlü bir annesin sen.

Yıllardır her günümü, her anımı o muhteşem sesinle “daha bir yaşanılabilir” ve “daha bir güzel” kıldığın için; bana yaşattığın o güzel sürprizler ve unutulmaz anılar için; senin vesilenle hayatıma giren muhteşem dostlar ve dünyalar tatlısı kardeşim Gümoş’um için; kısacası, hayatımdaki her güzel şey için sana sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Seninle aynı çağda, aynı ülkede yaşıyor olmaktan dolayı da, kendimi inanılmaz şanslı ve mutlu hissediyorum.

İyi ki doğdun Nilüfer’im… İyi ki varsın…

Sen hep var ol, hep şarkılarını söyle. Biz seni ömrümüzün sonuna kadar, senin şarkılarınla soluyalım hayatı. Senin sesinde bulduğumuz huzurla şifa bulsun ruhumuz.

Sensiz müzik ruhsuz ve anlamsız kalır…

Sensiz asla olmaz…

“Ne güneşler doğar seni görmeyince”
“Ne de şarkılar söylenir gönlümüzce”

BERİL ŞEKER
31 Mayıs 2012

FARKLI OLANI AYIRMA

Siyah, beyaz, sarı...
Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Budist, Alevi, Sünni, Ortodoks, Katolik...
Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Laz, Çerkez...
Sağcı, solcu, milliyetçi, liberal, ortacı, aşırı sağcı, Komünist, Marksist...
Zengin, fakir, orta direk...
Engelli, engelsiz...

Uzar gider bu liste...

Dünyada yaşayan yedi milyar insanın her biri için ayrı bir niteleme gerek. Yüzyıllardır sürer bu ayırım...

Kendinden farklı olanı aşağılamış, alt etmeye ya da değiştirmeye çalışmıştır hep insanoğlu... Ne savaşlar çıktı bu uğurda. Haçlı Seferleri, 1. ve 2. Dünya Savaşları, Maraş Katliamı, Sivas Katliamı, Hocalı Katliamı. Hepsinin tek bir amacı vardı: "Kendinden farklı olanı yok etmek ya da kendine benzetmeye çalışmak."

Ülkemiz bugün hâlâ gelişmediyse, hâlâ fakirsek; sırf "farklı olanı ayırma" hevesimizdendir. Bu uğurda tam altmış yılımız boşa gitti; hâlâ da gitmektedir. Bu uğurda dökülen kanların, giden canların, mahvolan hayatların hesabını da kimse veremeyecektir.

Hâlbuki hepimiz Hz. Âdem’in çocukları değil miyiz? Hepimizin en sonunda gideceği yer, bir avuç kara toprağın altı değil midir? O halde, niye bu çaba?
 
Ben Türk'sem, sen Kürt'sen, bundan bana ne kardeşim? Sanki sen de Türk olsaydın, benim ömrüm mü uzayacaktı? Sen yok olsan, bütün hazineler benim mi olacak? Hadi oldu diyelim; nereye götüreceğim o hazineleri?
 
Ben Müslüman'sam, sen Hıristiyan'san, bundan bana ne kardeşim? Dinimiz, mezhebimiz farklı olunca ben cehenneme mi gideceğim? Ölünce Allah bana: "Neden bütün insanları Müslüman yapmadın ?" diye mi soracak? Sen de Müslüman olunca benim günahlarım af mı olacak? Sonuçta bütün dinleri Allah göndermedi mi? Bütün peygamberler Allah'ın elçisi değil midir?

O halde neden bu kavgalar, savaşlar, katliamlar, yok etme çabaları? Neden?

Ayrımcılık, toplumun her alanında var:
 
Bir kadın, mesleğinde birçok erkekten başarılı olduğu halde, sırf kadın olduğu için yükselemez. Çalıştığı şirketi belki çok üst noktalara taşıyabilecekken, taşıyamaz. Sırf kadın olduğu için...

Engelli gençlerin, çok zeki oldukları halde, eğitim görmeleri ve iş bulmaları engellenir. Sırf başkalarından FARKLI göründükleri için... Hâlbuki eğitim ve iş hayatında o gençleri engellemeseler, içlerinden yeni Einstein'lar, Beethoven'lar, Mimar Sinan'lar çıkacaktır... O gençleri engelleyen -engelsiz- bireylerin de yarın engelli olmayacaklarının garantisini kimse veremez...

Bu örnekler çoğaltılabilir...

Bir insan, kendinden farklı olanı ayırmakla, eksik görmekle, engellemekle, değiştirmeye çalışmakla ya da yok etmeye çalışmakla ne kazanır?

Birlikte, el ele, güzelce yaşamak varken, niye bu hırs ? Bu dünya kime kalacak ki, bütün dünyayı kendine benzetmeye çalışıyorsun?

Dünya bir çiçek bahçesidir. Her çiçeğin farklı bir güzelliği, farklı bir kokusu vardır. Bu bahçeyi muhteşem yapan da BU FARKLILIKLARDIR...

Her çiçeğin değerini bilerek; hiçbir çiçeği kırmadan, incitmeden bu muhteşem bahçede sonsuza dek huzurla ve mutlulukla yaşamak dileğiyle...

BERİL ŞEKER